Korona Virüs Salgınında Gizlenen Gerçekler

Türkiye’nin tam sokağa çıkma yasağı ilan etmemesi ve bir normalleşme süreci başlatması sistematik şekilde “ekonomik sebeplere” bağlanıyor ve salgınla mücadelemize gölge düşüren bir algı oluşturuluyor. Peki salgınla ilgili gerçek veriler ne diyor?


Ana akım medyada ve sosyal medyada, gerçek verilerle ve araştırmalarla desteklenmemesine rağmen büyük rağbet gören bir propaganda yürütülüyor. Bu propagandaya göre Türkiye ekonomik yetersizlikten dolayı sağlımızı tehlikeye atan bir normalleşme süreci başlattı, ekonomiyi sağlığın önüne koydu. DSÖ'den gelen “henüz salgının başındayız” açıklamaları da, bu propagandayı pekiştiren bir atmosfer oluşturdu. Bu propagandanın sistematikleşmesi, hastalığın uluslararası kuruluşlar ve uluslararası medya tarafından ulus devletler aleyhine bir silah olarak kullanıldığı şüphesini doğurdu [1]

Salgının başından beri sorulması gereken en kritik soru şu: “Hastalıkla ilgili gerçek veriler ne?” Pek çok kişi bu soruya cevaben, “Veriler zaten her gün yayınlanıyor” diyor. Böyle düşünmekte haklılar çünkü her gün karşımıza onlarca sayı, onlarca oran çıkmakta. Ancak bu bilgi çokluğu, aynı zamanda en temel verinin konuşulmasına engel oluyor. En temel veri hastalığın ölümle sonuçlanan vaka oranı. “Vaka ve ölüm sayısı belli, oran da belli” diyenlerin atladığı nokta, her gün açıklanan vaka sayısının “test edilerek tespit edilmiş, onaylanmış vaka” sayısı olduğu. Oysa hastalığa yakalananların ezici çoğunluğu hastalığı evinde geçiriyor. Bu kişilerin sayısını bilmediğimiz için biz ölümle sonuçlanan vaka oranına ulaşamıyoruz.


Sürekli yüksek sesle tekrarlanan tek bir şey var: “İnsanlar ölüyor! Çin sert önlemler aldığı için başardı. İtalya ise bu önlemleri almadığı için çok büyük kayıplar veriyor. İtalya olmak istemiyorsak acilen tüm ülkeyi kilitlemeliyiz!”Öte yandan, aynı medya kafaları karıştıran onlarca duruma hiçbir izah getiremiyor. Dünyada üç milyar insan yoksulluk içinde ve dünyanın çeşitli yerlerinde 70 milyon insan yerinden edilmiş şekilde göçmen çadırlarında, sefalet içinde kalabalıklar hâlinde yaşamakta. Ancak hiçbir yerde bilinen bir Covid19 krizi çıkmadı. Öte yandan, film yıldızlarından sporculara ve milyarderlerden devlet başkanlarına kadar uzanan yüzlerce zengin ve ünlü insan, birkaç seçkin kraliyet üyesi de korona virüse yakalandı.Yüzlerce zengin ve ünlü insanda birkaç hafif semptom dışında bir etki görülmedi ve birçoğu asemptomatik olarak hastalığı geçirdi.

Salgının ilk günlerinde Çin’den gelen ve bir anda yere düşen insanları bir daha hiçbir yerde görmedik. Nitekim geçen zaman içinde hastalığın seyrini hepimiz öğrendik ve böyle bir şeyin mümkün de olmadığını fark ettik. Çin Başkanı Xi Jinping, ekonomiyi kurtarmak için Çin halkını işe geri göndermeye karar verdiğinde salgın mucizevi bir şekilde durdu. Zaten Pekin gibi Çin’in en kalabalık şehirleri neredeyse hiç etkilenmemişti. Tabi hepsine bir bahane vardı. Ama bu bahanelere inanmadan önce önemli olan, bazı devletlerin ve uluslararası kuruluşların güvenilirliğiydi. Pandemi sürecinin yöneticisi olan Dünya Sağlık Örgütü, geçmişi medikal sahtekarlıklar ve yanlış alarmlarla dolu bir kurum [2]. Bununla birlikte örgütün şu anki başkanının sicilinde terör örgütü üyeliğinden ve Afrikalı diktatörleri onurlandırmak için salgın karartmaya kadar uzanan işler var [3].


Tüm bunları bir araya getirdiğimizde, pandemi ile ilgili dile getirilen tahminler hakkında şüpheci olmamız boşa değildi. Ancak ana akım medya ve buna eklenen sosyal medya baskısı, mevcut kilitlemeye eleştiri getiren herkesi “hayatları tehlikeye atmak” ile suçlamakta. Çoğu insan bilimin, hiç tartışmasız bir şekilde sokağa çıkma yasağını da kapsayan ağır tedbirleri desteklediğini düşünmekte. Bu sebeple, paniğin bu boyutuna yönelik her hangi bir eleştirel tutum veya görüşü “bilimden şüphe etmek” olarak tanımlamakta. Ancak bilime karşı gerçek şüphe, hatta “bilim karşıtlığı” olarak adlandırılabilecek esas duruş, irrasyonel ve yetersiz kaynakla tüm insanlığa büyük bir bedel ödeten korkuyu teşvik etmektir. 


Karşı karşıya kaldığımız hastalıkla ilgili yapılan araştırmalara baktığımızda da, en çok referans verilen olayın Diamond Princess olayı olduğunu görmekteyiz. Diamond Princess gemisi, yolculardan birinde tespit edilen korona virüsü sebebiyle Japonya’da 3711 yolcusuyla karantinaya alındı. Bu talihsiz durum, ideal ve gerçek sonuçlara ulaşabileceğimiz, çevresel etkenlerden izole edilmiş doğal bir laboratuvar ortaya çıkardı. 7 Mart tarihli verilere göre gemide bulunan 3711 kişiden 712’sine Covid-19 teşhisi kondu, 7 kişi yaşamını yitirdi [4]. Bu sayılara göre, kapalı bir sistemde vaka ölüm oranı %1.0’dı. Bu oran tek başına DSÖ’nün duyurduğu 3.4 oranının çok altındaydı. Ancak Diamond Princess gemisi yolcuları büyük ölçüde yaşlıydı. Dolayısıyla burada çıkan oranların, ülkelerin genel yaş yapısına yansıtılması gerekiyordu.
Bu yansıtmayı da Stanford Üniversitesi’nden Epidemiyolog Profesör John Ioannidis yaptı.

Ioannidis’in yaptığı bu çalışmaya göre Diamond Princess gemisindeki oranlar ABD’nin yaş dağılımına yansıtıldığında enfekte olan insanlar arasındaki ölüm oranı %0.125 çıktı [5]. Bu şok edici bir orandı, çünkü mevsimsel gribin ölümle sonuçlanan vaka oranı olan %0.1’in biraz üzerindeydi. Statnews araştırmayı "Korona virüs sürecinde kararları güvenilir veriler olmadan alıyoruz" başlığı ile sundu. Ve geçen zamana rağmen araştırmayı çürüten olmadı. Profesör John Ioannidis, Stanford Üniversitesi’nin sitesinde bulunan biyografisine göre aylık 4300’den fazla alıntılama ile tıp dünyasının en çok referans verilen 10 araştırmacısından biri [6].

Bize bugün “önceki tahminlerimiz çok çok yüksek olmuş olabilir” diyen medya, aylardır konu üzerine gerçek bilimsel araştırmalarla desteklenen haberler yerine belirsiz, çelişkili ve kafa karıştırıcı haberler üretmekte. Nitekim New York’la ilgili nasıl bir felaket haberciliği yapıldığı herkesin aklındadır. Şimdi aynı medya bunları yazarken, sanki kendileri değil de başka biri yüksek oranlara insanları ikna etmiş gibi davranıyor.

Hepinizin bildiği gibi İtalya'daki ölüm sayıları tüm dünyayı şok etmişti. Ancak ilginç bir şekilde İtalya hem toplam ölümde hem de zatürre kaynaklı ölümlerde geçen yılın altında kalmıştı. Huffingtonpost İtalya gazetesinin ISTAT (İtalya İstatistik Kurumu) verilerine dayandırdığı haberine göre İtalya'da zatürre kaynaklı ölümler [7]:

Mart 2018 - 16.220
Mart 2019 - 15.189
Mart 2020 - 12.352

İtalya’da New York’ta yapılan gibi bir çalışma yapıldı mı? Evet, ve bu çalışma, yüksek günlük ölüm sayılarına rağmen aylık zatürre ölümünün geçen yılın altında kalmasını açıkladı. İtalya’da Vo adlı 3300 nüfuslu bir kasabanın tamamı test edildi. Test sonucunda 90 kişi pozitif çıktı. Yani nüfusun %2.7’si pozitifti. Bunu 955 bin kişilik tüm kente uyguladıklarında 26 bin pozitif olacağı tahmininde bulundular. Ancak kentte pozitif olarak bildirilen hasta sayısı sadece 198’di. Araştırmayı yapan Stanford Üniversitesi’nden Dr.Eran Bendavid ve Dr. Jay Bhattacharya, asemptomatik vakaların tahminimizden çok daha fazla olduğu sonucuna vardı. Bu araştırmaya göre, o dönemde %8 olarak bildirilen ölümle sonuçlanan vaka oranı, İtalya’da bile aslında %0.1’in altındaydı. Sayının yüksek çıkma sebebi, asemptomatik vakaları az saymalarıydı. Çalışma Wall Street Journal’da yayınlandı [8]. Bu ikinci şok edici araştırma. Çünkü İtalya gibi ölüm sayıları ile bizi şoka sokan bir ülkede bile ölüm oranı tahmin edilenin çok altında çıkmaktaydı. 

Stokholm için yapılan benzeri bir çalışmada bu oran %0.18 çıktı [9]. Yine benzeri bir çalışma da Japonya’da yapıldı. Hakemli bir dergide yayınlanan bu çalışmada, ölümle sonuçlanan vaka oranını %0.04 ile %0.1 arasında buldu. ABD’nin Idaho eyaletin başkenti Boise için yapıldığında %0.17, İran’ın Guilan şehri için yapıldığında %0.12, Japonya’nın Kobe şehri için yapıldığında %0.06, Danimarka’da kan veren 70 yaş altı nüfus için yapıldığında %0.08 çıktı [10].

Özetle, Dünya Sağlık Örgütü’nün %3.4’lük tahminini doğrulayan tek bir çalışma yokken, hakemli dergilerde hatta ana akım medyada dahi yer alan, resmi kurumlarca yapılan araştırmaların tamamı %0.1 ila %0.2 arasında ölüm oranları vermekteydi. Aşağıdaki linkte konu üzerine yapılmış ve çoğu hakemli dergide yayınlanmış 53 ADET araştırma bulunmakta. Tüm araştırmaların ortalaması %0.28 oranına çıkmış [11]. Ancak içinde bulunduğumuz salgın sürecinde medya, konu üzerine yapılan gerçek bilimsel araştırmalar yerine belirsiz, çelişkili ve kafa karıştırıcı “açıklamalar” üzerinden konuyu tartışıyor. Dahası, dünyanın en yüksek tıbbi otoritesi olan DSÖ de bu belirsiz, çelişkili ve kafa karıştırıcı atmosferi dağıtmak yerine pekiştiriyor.

Medya, kaynaklar ve resmi araştırmalarla sunulmuş açık bir bilgilendirme yerine ülkeleri ağır tedbirleri kabul edecek şekilde manipüle eden endişe ve korku tetikleyici “tahminlerle” besliyor. Covid-19’la mücadele kapsamında karar verilen bütün sınırlamalar, virüsün yüksek öldürücülüğü göz önüne alınarak belirlenmesi gerekirken medyada esas konuşulması gereken bu oran dışında her şey konuşuluyor.


3 Mart tarihli brifinginde DSÖ virüsün ölüm/vaka oranını %3.4 olarak açıklamıştı. DSÖ’nün bu iddiası sadece Çin’in iddialarına dayanmaktaydı [12]. Daha da ironik olan, DSÖ’nün kendisi bile brifingler dışında yayınladığı analizlerde %3.4 oranını bir daha dillendirmedi. Peki DSÖ, Wuhan merkezli incelemeleri ile bu oranı verirken hiçbir bilimsel çalışma yapılmadı mı? Yapıldı. Ama bu çalışmalar hızlı şekilde Çin tarafından yayından çektirildi.

Çin’de, SARS-COV-2 enfekte hastalarla yakın temasta olan bireyleri hedefleyen bilimsel bir çalışma, 5 Mart 2020 tarihinde bir hakemli dergi olan Çin Epidemiyoloji Dergisi’nden yayınlandı [13]. Çalışmanın veriye dayalı sonucu, Sars-Cov-2 için pozitif test edilen hastaların “neredeyse yarısı veya daha fazlasının” aslında virüsü taşımadığıydı. Başka bir deyişle, sonuçların yarısı veya daha fazlası yanlış pozitifti. Bu çalışma hakemler tarafından gözden geçirilmiş ve Covid-19'un 2003 SARS salgınını aştığı söylenmesinden bir ay sonra bir Çin devlet dergisinde yayınlanmıştı. DSÖ’nün %3.4 oranını duyurduğu tarihten hemen sonra. Aslında çalışma, Çin’in 36 milyon insanı kilitlemesini dayandırdığı verilerin tamamının hatalı olduğunu net şekilde ortaya koymaktaydı. Ancak gizemli bir şekilde, bu hakemli çalışma yayınlandıktan birkaç gün sonra geri çekildi. Artık okunamıyor.


Hakemli bir çalışmada daha sonradan ortaya çıkan bir bilimsel hata mı vardı? Makaleye erişim olmadığı için hiç kimse makaleyi değerlendirip böyle bir hatanın varlığını ortaya koyamıyor. Bu durum da akla, makalenin siyasi nedenlerden dolayı geri çekildiği şüphesini getiriyor. Ana akım medyanın dahi görmezden gelemediği tüm bu çalışmalar, Covid-19’la ilgili ölümle sonuçlanan vaka sayısının en baştan beri kasıtlı şekilde olduğundan yüksek gösterildiğini ortaya koyuyor. En yüksek tıbbi otorite olan Dünya Sağlık Örgütü’nün ise, gerçekçi çalışmaları teşvik etmek bir yana, adeta bilgi kirliliğini teşvik ediyor. Bu teşvikin varlığı, salgının başında Çin’den gelen “sokak ortasında aniden düşerek ölen insanlar” görüntülerinin de aslında boş yere olmadığını gösteriyor.


Hakemli dergiden makale sildirmek, aslında Çin’den beklenmeyecek bir şey değildir. Ancak bu konuda daha şeffaf olmasını beklediğimiz ABD ve Avrupa sağlık otoriteleri de Çin’i aratmayacak sansür uygulamaları yürüttü. Pek çok doktorun ya kamuya bilgi vermesi yasaklandı, ya da bilgi veren doktorlar çeşitli kanallarla itibatsızlaştırıldı. Bu itibarsızlaştırma uygulamalarında başı çeken medya ise, “sürekli yalan” ilkesiyle kafa karışıklığına hizmet etti.

Not: Bu yazı https://twitter.com/mrsoydan00 hesabında yayınlanan tweet akışının düzenlenmesi ve derlemesidir. Orijinal akış için bkz. [14].

Anahtar Kelimeler: Dünya sağlık örgütü kimin emrinde, küreselciler ve ulusalcılar, küreselcilerin Çin oyunu, korona virüs yalanları, korona virüs ve yeni dünya düzeni, virüs salgınları, tarihte en ölümcül 10 virüs salgını, salgın yalanı, covid-19 yalanları, covid-19 yalan mı, covid19 yalan mı, covid19 global bir oyun mu, covid19 küresel bir komplo teorisi mi, covid19 çinin dünya hakimiyeti için araç mı, çin ve abd savaşı, tarihin gördüğü en büyük virüs salgını, küreselleşme ve covid19, covid-19 biyolojik silah mı, korona virüs salgını dünya sağlık örgütünün yalanı mı, bilgi savaşları, siber savaşlar ve covid19

Kaynakça

Yorumlar